Tarih: 26.06.2020 15:05

İŞKENCESİZ BİR DÜNYA MÜMKÜN…

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye’nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değerikorumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar. İnsanlık ailesinin ortak kazanımı olan ve moderinsan hakları hukukunun en temel kurallarından birini oluşturan bu yasak, normlar hiyerarşisiaçısından üstün kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. Dolayısıyla hiçbir koşuldaistisnası olmaz. Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında bu durum şöyle ifade edilir: “Hiçbiristisnai durum ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başkabir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”.

Buna karşın işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlarakarşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır.Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve CezaKanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamelesadece askeri darbeler döneminde değil tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devletpratiği olarak varlığını korumuştur.

Siyasal iktidarın giderek daha fazla otoriterleşmesi ile orantılı biçimde devlet erkininçeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçliihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme veönleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmamasıvb. sonucunda resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarındaciddi bir artış görülmektedir.Kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açıkalanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltıdışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları da öncekidönemlerde görülmeyen bir boyuta varmıştır. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülkeyasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı, denetlenmeyen,cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen hatta teşvik edilen bu şiddetisıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Bunun en çarpıcı örneklerine sondönemlerde Covid - 19 salgını sırasında tanık olmaktayız. Salgınla mücadele kapsamında alınantedbirlere uymadıkları gerekçesiyle çok sayıda yurttaş, kolluk güçlerinin işkence ve diğer kötümuamele niteliğine varan şiddetine maruz kalmıştır. Keza demokratik bir toplumun temelinioluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapmaözgürlüklerini kullanarak yürüyüş yapan HDP’lilere ve baro başkanlarına yöneltilen zalimaneve utanç verici kolluk şiddeti de bu durumun en güncel örneklerini oluşturmaktadır.Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suçniteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yanayeniden bir artış görülmesi son derece endişe vericidirİşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının her açıdan yoğun olarak yaşandığıcezaevleri, Covid-19 salgını ile birlikte ülkenin yaşamsal açıdan en riskli mekânları halinegelmiştir.

Hakikatin bu iç karartıcı niteliğine rağmen insan eliyle gerçekleştiği için işkenceyi yinede durdurmak mümkündür.İşkenceyi önleme/durdurma yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Dolayısıyla insanhakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz aşağıdakiasgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesiniistiyoruz:
• İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlakniteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden öncesıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
• Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerdenvazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkenceuygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
• Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
• Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
• Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı OPCAT ve Parisİlkelerine uygun tümüyle bağımsız bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
• İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ilkelerine göre yapılmalıdır.
• İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsızheyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik vehukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
Ancak şunu da hatırlatmak isteriz ki, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işkenceyiönlemek aynı zamanda tüm toplumun da sorumluluğudur. İnsan ve yurttaş olmak için, bizitoplum yapan müşterek bağı korumak için işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayıbüyütmek zorundayız.Var oluş nedenleri işkencesiz bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan İHD 34 ve TİHV 30yaşındadır.
Kardeş kuruluşlar olarak bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme,korkutma, susturma çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yükseksesle haykırabilmeleri için işkence görenlerin her koşulda yanında olmaya; maruz kaldıklarıişkenceyi belgeleyip raporlamaya; fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye;adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması içincezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.İHD 34 yıldır, TİHV 30 yıldır ateşin düştüğü yerde…Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz…
İnsanlık onuru işkenceyi mutlaka yenecek…
İşkencesiz bir dünya mümkün!

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —